Kategori: Başka Konular

Sen ve Araştırman – Richard Hamming – Doğru Soruyu Sormak (5)

John Tukey ve diğerlerinden bazılarının ısrarı üzerine, sonunda “Büyük Düşünceler Zamanı” dediğim şeyi benimsedim. Cuma öğlen yemeğine gittiğimde, bundan sonra sadece büyük düşünceleri tartışırdım. Büyük düşünceler derken şunu kastediyorum: “AT&T’in tümünde bilgisayarların rolü ne olacak?”, “Bilgisayarlar bilimi nasıl değiştirecek?'” Örnek vermek gerekirse, on deneyden dokuzunun laboratuarda ve on deneyden birinin bilgisayarda yapıldığını gördüm. Bir keresinde başkan yardımcılarına, bunun tersine çevrileceğini, yani on deneyden dokuzunun bilgisayarda ve on deneyden birinin laboratuvarda yapılacağına dair bir açıklama yaptım. Çılgın bir matematikçi olduğumu ve gerçeklik duygusuna sahip olmadığımı biliyorlardı. Hatalı olduklarını biliyordum ve haklı olduklarım kanıtlanırken yanlış oldukları kanıtlandı. İhtiyaçları olmadığında laboratuvarlar kurdular. Bilgisayarların bilimi dönüştürdüğünü gördüm çünkü “Bilgisayarların bilim üzerindeki etkisi ne olacak ve bunu nasıl değiştirebilirim?” sorusuna çok zaman harcadım. “Bell Laboratuvarlarını nasıl değiştirecek?” sorusunu aynı adreste, Bell Laboratuarlarında sorduğumda oradaki insanların yarısından fazlasının ben ayrılmadan önce bilgisayar makineleriyle yakın etkileşim içinde olacağını belirtmiştim. Artık hepinizin bilgisayar terminalleri var. Alanımın nereye gittiğini, fırsatların nerede olduğunu ve yapılması gereken önemli şeylerin neler olduğunu çok düşündüm. Oraya gitmeme izin ver ki önemli şeyler yapabilme şansım olsun.

Çoğu büyük bilim adamı birçok önemli sorunu bilir. Bir saldırı yöntemi aradıkları 10 ila 20 arasında önemli sorun var. Yeni bir fikir ortaya çıktığında, ‘Peki, bu sorunla ilgili’ dediklerini duyarsınız. Diğer her şeyi bırakıp peşinden giderler. Şimdi size bana anlatılan bir korku hikayesini anlatabilirim ama gerçekliğine kefil olamam. Bir havaalanında oturmuş Los Alamos’tan bir arkadaşımla fizyon deneyinin Avrupa’da gerçekleşmesinin ne kadar büyük bir şans olduğunu anlatıyordum, çünkü bu bizi burada, ABD’de atom bombası üzerinde çalışmaya yöneltti. “Hayır, Berkeley’de bir sürü veri toplamıştık; daha fazla ekipman ürettiğimiz için bunu azaltamadık, ancak bu verileri azaltsaydık fizyonu bulabilirdik.” dedi. Ellerinde vardı ve peşinden gitmediler. İkinci oldular!

Büyük bilim adamları, bir fırsat doğduğunda, yola düşerler ve peşinden giderler. Diğer her şeyi ikinci plana atarlar. Başka şeylerden kurtulurlar ve bir fikrin peşinden giderler çünkü o şeyi çoktan düşünmüşlerdir. Akılları hazır; fırsatı görürler ve peşinden giderler. Şimdi elbette çoğu zaman işe yaramıyor, ama harika bir bilim yapmak için çoğuna vurmanız gerekmiyor. Bu biraz kolay. Başlıca hilelerden biri uzun yaşamaktır!

Başka bir özelliği fark etmem biraz zaman aldı. Kapı açık veya kapalı olarak çalışan insanlarla ilgili aşağıdaki gerçekleri fark ettim. Ofisinizin kapılarını kapatırsanız, bugün ve yarın daha fazla iş yaptığınızı ve çoğundan daha üretken olduğunuzu fark ettim. Ne var ki 10 yıl sonra bir şekilde hangi problemlerin üzerinde çalışmaya değer olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz, yaptığınız tüm zor işlerin önemi bir nevi teğettir. Kapı açıkken çalışan kişi her türlü kesintiye uğrar, ancak bazen dünyanın ne olduğuna ve neyin önemli olabileceğine dair ipuçları da alır. Şimdi neden-sonuç sırasını kanıtlayamam çünkü “Kapalı kapı kapalı bir zihnin simgesidir” diyebilirsiniz. Bilmiyorum. Ancak kapıları açık çalışanlarla nihayetinde önemli şeyler yapanlar arasında oldukça iyi bir korelasyon olduğunu söyleyebilirim. Kapıları kapalı çalışanlar genellikle daha çok çalışıyor. Her nasılsa biraz yanlış bir şey üzerinde çalışıyorlar gibi görünüyorlar – çok yanlış değil, ama şöhreti kaçıracak kadar yanlış.

Başka bir konu hakkında konuşmak istiyorum. Birçoğunuzun bildiğini düşündüğüm şarkıya dayanıyor: “Yaptığın şey değil, yapma şeklin.” Kendimden bir örnekle başlayacağım. En iyi analog bilgisayarların yapamadığı bir problemi binary kullanılar zamanlarda dijital bir bilgisayarda yapmaya mahkum edildim. Bir cevap alıyordum. Dikkatlice düşünüp kendi kendime, “Biliyorsun Hamming, bu askeri görevle ilgili bir rapor yazman gerekecek; çok para harcadıktan sonra bunun hesabını vermek zorunda kalacaksın ve her analog kurulum raporunda kusur bulup bulmadığını görmek isteyecekler.” En hafif tabirle berbat bir yöntem ama cevabını alıyordum. Aslında sorunun sadece cevabı almak olmadığını anladım; asıl soru analog bilgisayarı kendi zemininde dijital bir makineyle yenebileceğimi ilk kez ve tartışmasız göstermekti. Çözüm yöntemini yeniden çalıştım, güzel ve zarif bir teori yarattım ve cevabı hesaplama şeklimizi değiştirdim; sonuçlar farklı değildi. Yayınlanan rapor, daha sonra yıllarca “Hamming’in Diferansiyel Denklemleri İntegral Etme Yöntemi” olarak bilinen zarif bir yönteme sahipti. Şimdi biraz modası geçse de bir süreliğine çok iyi bir yöntemdi. Problemi biraz değiştirerek önemsiz işlerden çok önemli işler yaptım.

Benzer şekilde ilk günlerde tavan arasında makineyi kullanırken, birbiri ardına problem çözüyordum; yeterli defa başarılı oldum ve birkaç başarısızlık vardı. Bir Cuma günü bir sorunu bitirdikten sonra eve gittim ve garip bir şekilde mutlu değildim; bunalımdaydım. Hayatın, birbiri ardına gelen uzun bir problem dizisi olduğunu görebiliyordum. Uzunca bir süre düşündükten sonra, “Hayır, değişebilecek bir ürünün seri üretiminde olmalıyım. Sadece önümdekiyle değil, gelecek yılın tüm sorunlarıyla ilgilenmeliyim.” diye sordum. Soruyu değiştirerek aynı veya daha iyi sonuçları elde ettim, ancak bazı şeyleri değiştirdim ve önemli işler yaptım. Ana soruna saldırdım – “Ne olacaklarını bilmediğimde makineleri nasıl fethedip gelecek yılın tüm sorunlarını nasıl çözebilirim? Bunun için nasıl hazırlanırım? Bunu nasıl yapacağım, böylece konuya hakim olacağım? Newton’un kuralına nasıl uyabilirim? Başkalarından daha ilerisini gördüysem, devlerin omuzlarında yükseldiğim içindir.” Bugünlerde birbirimizin ayakları üzerinde duruyoruz!

İşinizi öyle bir şekilde yapmalısınız ki, başkaları da onun üzerine inşa etsinler ki, gerçekten de, “Evet, falanın omuzlarında durdum ve daha fazlasını gördüm” desinler. Bilimin özü birikimdir. Bir sorunu biraz değiştirerek, yalnızca iyi bir iş çıkarmak yerine, genellikle harika işler yapabilirsiniz. İzole problemlere saldırmak yerine, bir sınıfın karakteristiği dışında izole edilmiş bir problemi bir daha asla çözmeyeceğime karar verdim.

Şimdi, çok fazla matematiksel eğiliminiz varsa, genelleme çabasının çoğu zaman çözümün basit olduğu anlamına geldiğini bilirsiniz. Sık sık durup, “Çözmek istediği problem bu ama bu falanın özelliğidir. Evet, belirli bir yöntemden çok daha üstün bir yöntemle tüm hepsine saldırabilirim çünkü daha önce gereksiz ayrıntılara gömülmüştüm.” Soyutlamak çoğu zaman işleri basitleştirir. Ayrıca yöntemleri bir kenara attım ve gelecekteki problemlere hazırlandım.

Bu bölümü bitirmek için size şunu hatırlatacağım, “Aletlerini suçlayan zavallı bir işçidir – iyi adam elindekiyle işinin başına geçer ve alabileceği en iyi cevabı alır.” Ben de bunu öneriyorum. Problemi değiştirerek, olaya farklı bakarak, nihai üretkenliğinizde büyük bir fark ortaya çıkartabilirsiniz çünkü bunu öyle bir şekilde yapabilirsiniz ki, insanlar gerçekten yaptığınız şeyin üzerine inşa edebilirler ya da bunu öyle bir şekilde yaparasınız ki, bir sonraki kişi yaptığınız şeyi esasen tekrarlamak zorunda kalır. Bu sadece bir iş meselesi değil, raporu yazma şekliniz, makaleyi yazma şekliniz, tüm tavır. Özel bir çalışma yapmak, geniş, genel bir iş yapmak kadar kolaydır fakat çok daha tatmin edici ve ödüllendiricidir!

Sen ve Araştırman – Richard Hamming – Azim (4)

Şimdi azim meselesine gelelim. Çoğu büyük bilim insanının muazzam bir dürtüye sahip olduğunu gözlemlersiniz. John Tukey ile Bell Laboratuvarlarında on yıl çalıştım. Muazzam bir azmi vardı. Katıldıktan yaklaşık üç veya dört yıl sonra, John Tukey’in benden biraz daha genç olduğunu keşfettim. John bir dahiydi ve ben kesinlikle değildim. Bode’un ofisine dalıp gittim ve “Benim yaşımdaki biri nasıl John Tukey kadar bilebilir?” dedim. Sandalyesine yaslandı, ellerini başının arkasına koydu, hafifçe gülümsedi ve “Sen Hamming’in bunca yıl yaptığı kadar sıkı çalışsaydın ne kadar çok şey bileceğini şaşırırdın.” Öylece ofisten fırladım!

Bode’un söylediği şey şuydu: “Bilgi ve üretkenlik bileşik faiz gibidir.” Yaklaşık olarak aynı yeteneğe sahip iki kişi ve diğerinden yüzde on daha fazla çalışan bir kişi verildiğinde, ikincisi birincisini iki katından fazla üretecektir. Ne kadar çok bilirsen, o kadar çok öğrenirsin; ne kadar çok öğrenirsen, o kadar fazlasını yapabilirsin; ne kadar çok yapabilirseniz, o kadar çok fırsat gelir – bileşik faize çok benzer. Size bir oran vermek istemiyorum ama bu çok yüksek bir oran. Tam olarak aynı yeteneğe sahip iki kişi göz önüne alındığında, her gün bir saat daha fazla düşünmeyi başaran bir kişi, bir ömür boyu çok daha üretken olacaktır. Bode’un sözlerini kalbime yazdım; Birkaç yıl boyunca biraz daha fazla çalışmaya çalışarak çok daha fazla zaman harcadım ve aslında daha fazla iş yapabileceğimi gördüm. Bunu karımın önünde söylemekten hoşlanmam ama bazen o’nu biraz ihmal ettim; ders çalışmam gerekiyordu. İstediğinizi elde etmeyi düşünüyorsanız, bazı şeyleri ihmal etmeniz gerekir. Bu konuda hiçbir soru işareti yok.

Bu dürtü konusunda Edison, “Deha %99 ter ve %1 ilhamdır” diyor. Abartıyor olabilir, ancak fikir şu ki, istikrarlı bir şekilde uygulanan sağlam çalışma sizi şaşırtıcı bir şekilde ileri götürür. Biraz daha fazla çalışma ile istikrarlı bir çaba, akıllıca bir uygulamadır . Buradaki sıkıntı şudur; yanlış uygulanmış azim seni hiçbir yere götürmez. Bell Laboratuarlarında benim kadar çok çalışan iyi arkadaşlarımın çoğunun neden gösterecek çok şeyi olmadığını merak etmişimdir. Çabanın yanlış uygulanması çok ciddi bir meseledir. Sadece çok çalışmak yeterli değildir – mantıklı bir şekilde uygulanmalıdır.

Bu tarafta bahsetmek istediğim bir özellik daha var; bu özellik belirsizliktir. Önemini keşfetmem biraz zaman aldı. Çoğu insan bir şeyin doğru olduğuna veya olmadığına inanmayı sever. Büyük bilim adamları belirsizliği çok iyi tolere eder. Teorinin ilerlemek için yeterli olduğuna inanıyorlar; Hataları ve kusurları fark edecek kadar şüphe duyuyorlar, böylece öne çıkıp yeni ikame teorisini yaratabiliyorlar. Çok inanırsan kusurlarını asla fark edemezsin, eğer çok fazla şüphe edersen başlamayacaksın. Güzel bir denge gerektirir ancak çoğu büyük bilim adamı teorilerinin neden doğru olduğunun çok iyi farkındadır ve aynı zamanda tam olarak uymayan bazı küçük uyumsuzlukların da çok iyi farkında olup bunu unutmazlar. Darwin, otobiyografisinde, inançlarıyla çelişiyormuş gibi görünen her türlü delili, aksi takdirde aklından yok olacağı için yazma ihtiyacı duyduğunu yazar. Belirgin kusurlar bulduğunuzda, hassas olmanız ve bu şeyleri takip etmeniz ve bunların nasıl açıklanabileceğine veya teorinin bunlara uyacak şekilde nasıl değiştirilebileceğine dikkat etmeniz gerekir. Bunlar genellikle büyük katkılardır. Büyük katkılar nadiren başka bir ondalık basamak ekleyerek yapılır. Duygusal bir bağlılık önemlidir. Büyük bilim adamlarının çoğu kendilerini tamamen sorunlarına adamıştır. Kendini adamış olmayanlar nadiren olağanüstü, birinci sınıf işler üretirler.

Ne var ki tek başına duygusal bağlılık yeterli değil. Görünürde gerekli bir koşuldur ve sanırım sana nedenini söyleyebilirim. Yaratıcılık eğitimi almış herkes, sonunda “yaratıcılık bilinçaltınızdan çıkar” demeye yönlendirilir. Bir şekilde, aniden, işte oradadır. Sadece görünür. Bilinçaltı hakkında çok az şey biliyoruz; ama oldukça iyi bildiğin bir şey var ki rüyalar da bilinçaltından çıkıyor ve rüyalarınızın, bir dereceye kadar, günün deneyimlerinin yeniden işlenmesi olduğunun farkındasınız. Günden güne derinden dalmış ve bir konuya bağlıysanız, bilinçaltınızın probleminiz üzerinde çalışmaktan başka yapacak bir şeyi yoktur, böylece bir sabah veya bir öğleden sonra uyanırsınız ve cevap oradadır. Mevcut sorunlarına kendini adamayanlar için, bilinçaltı başka şeylere takılır ve büyük bir sonuç üretmez. Bu yüzden kendinizi yönetmenin yolu, gerçekten önemli bir sorununuz olduğunda, başka hiçbir şeyin dikkatinizin merkezine oturmasına izin vermemektir – düşüncelerinizi sorun üzerinde tutmaktır. Bilinçaltınızı aç bırakın ki probleminiz üzerinde çalışsın, böylece huzur içinde uyuyabilir ve sabahları ücretsiz olarak cevabı alabilirsiniz.

Alan Chynoweth, fizik masasında yemek yediğimden bahsetti. Matematikçilerle yemek yiyordum ve zaten oldukça fazla matematik bildiğimi öğrendim; Aslında pek bir şey öğrenmiyordum. Fizikçilerin masası dediği gibi heyecan verici bir yerdi ama bence ne kadar katkıda bulunduğumu abarttı. Shockley, Brattain, Bardeen, J. B. Johnson, Ken McKay ve diğer insanları dinlemek çok ilginçti ve çok şey öğreniyordum ama ne yazık ki bir Nobel Ödülü geldi ve bir terfi geldi ve geriye kalan artıklar oldu. Geriye kalanları kimse istemedi. Eh, onlarla yemek yemenin bir anlamı yoktu!

Yemek salonunun diğer tarafında bir kimya masası vardı. Arkadaşlardan biri olan Dave McCall ile çalışmıştım; ayrıca o sırada sekreterimize kur yapıyordu. Yanına gittim ve “Sana katılmamın bir sakıncası var mı?” dedim, hayır diyemediler, ben de bir süre onlarla yemeye başladım. Ben de “Alanınızdaki önemli problemler nelerdir?” diye sormaya başladım. Bir hafta kadar sonra, “Hangi önemli problemler üzerinde çalışıyorsunuz?” ve bir süre sonra bir gün geldim ve dedim ki “Eğer yaptığın şey önemli değilse ve önemli bir şeye yol açacağını düşünmüyorsan, neden Bell Laboratuvarlarında bunun üzerinde çalışıyorsun?” Ondan sonra pek hoş karşılanmadım, yemek yemek için başka birini bulmalıydım! Bu olay ilkbahardaydı.

Sonbaharda Dave McCall beni koridorda durdurdu ve “Hamming, bu sözlerin tenimin beni çok etkiledi” dedi. “Bütün yaz bunu düşündüm, yani alanımdaki önemli sorunlar nelerdi? Araştırmamı değiştirmedim” dedi, “ama bence buna değdi.” Ben de ‘Teşekkür ederim Dave’ dedim ve devam ettim. Birkaç ay sonra o’nun bölüm başkanı yapıldığını fark ettim. Geçen gün o’nun Ulusal Mühendislik Akademisi üyesi olduğunu fark ettim. Başarılı olduğunu fark ettim. O masada bilim ve bilim çevrelerinde adı geçen diğer arkadaşların hiçbirinin adını duymadım. Kendilerine “Benim alanımdaki önemli problemler nelerdir?” diye soramadılar.

Önemli bir sorun üzerinde çalışmazsanız, önemli bir iş yapmanız pek olası değildir. Çok açık. Büyük bilim adamları, alanlarındaki bir dizi önemli sorunu dikkatli bir şekilde düşünmüşlerdir ve onlara nasıl saldıracaklarını merak etmeye devam ederler. Sizi uyarayım, ‘önemli sorun’ dikkatli bir şekilde ifade edilmelidir. Ben Bell Laboratuarlarındayken bir bakıma fizikteki üç önemli problem üzerinde hiç çalışılmamıştı. Önemli derken, garantili bir Nobel Ödülü ve aklınıza gelen herhangi bir miktar parayı kastediyorum. (1) zaman yolculuğu, (2) ışınlanma ve (3) yerçekimine karşı koyma üzerinde çalışmadık. Bizim bir saldırı yöntemimiz olmadığı için önemli problemler değiller. Bir sorunu önemli kılan sonuç değil, makul bir saldırıya sahip olmanızdır. Bir sorunu önemli kılan da budur. Çoğu bilim adamının önemli problemler üzerinde çalışmadığını söylediğimde, bunu bu anlamda söylüyorum. Ortalama bir bilim adamı, anladığım kadarıyla, neredeyse tüm zamanını önemli olmayacağına inandığı ve önemli sorunlara yol açacağına inanmadığı problemler üzerinde çalışarak geçiriyor.

Daha önce meşeler büyüsün diye meşe palamudu dikmekten bahsetmiştim. Her zaman tam olarak nerede olacağınızı bilemezsiniz, ancak bir şeylerin olabileceği yerlerde aktif kalabilirsiniz. Büyük bilimin şans işi olduğuna inansanız bile, yıldırımın düştüğü bir dağın tepesinde durabilirsin; güvende olduğun vadide saklanmana gerek yok. Ancak ortalama bir bilim insanı neredeyse her zaman rutin güvenli işler yapar ve bu nedenle o (ya da o) fazla bir şey üretmez. Bu kadar basit. Harika bir iş çıkarmak istiyorsanız, açıkça önemli sorunlar üzerinde çalışmanız ve bir fikriniz olması gerekir.

Sen ve Araştırman – Richard Hamming – Yaş (3)

Yaş, fizikçilerin özellikle endişe duyduğu bir diğer faktördür. “Hep gençken yapmalısın, yoksa asla yapmayacaksın” derler. Einstein birçok şeyi çok erken yaptı, tüm kuantum mekanikçiler ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarında gençtiler. Çoğu matematikçi, teorik fizikçi ve astrofizikçi, gençken en iyi çalışmaları olduğunu düşündüğümüz şeyi yaparlar. Bu, yaşlılıklarında iyi işler yapmadıklarından kaynaklı değildir, en çok değer verdiğimiz şey, genellikle erken yaptıklarıdır. Öte yandan, müzikte, siyasette ve edebiyatta, genellikle insanların en iyi çalışmaları olduğunu düşündüğümüz şeyler ise geç yapıldı. Hangi alanda olursanız olun, bu ölçeğe nasıl oturuyor bilmiyorum fakat yaşın bir etkisi var.

İzin ver de neden yaşın gördüğünüz etkiyi yarattığını söyleyeyim. Her şeyden önce, iyi bir iş yaparsanız, kendinizi her türlü komitede bulursunuz ve daha fazla iş yapamaz hale gelirsiniz. Kendinizi Brattain’i Nobel Ödülü aldığında gördüğüm gibi bulabilirsiniz. Ödülün açıklandığı gün hepimiz Arnold Oditoryumu’nda toplandık; üç kazanan da ayağa kalktı ve konuşmalar yaptı. Üçüncüsü, Brattain, neredeyse gözlerinde yaşlarla, “Nobel Ödülü etkisini biliyorum ve beni etkilemesine izin vermeyeceğim; eski, bildiğiniz Walter Brattain olarak kalacağım.” Kendi kendime ‘Bu güzel’ dedim ama birkaç hafta içinde bunun o’nu etkilediğini gördüm. Artık sadece büyük problemler üzerinde çalışabiliyordu.

Ünlü olduğunuzda küçük problemler üzerinde çalışmak zordur. Bu Shannon’ın yaptığı şeydir. Bilgi teorisinden sonra, bir aperatif olarak ne yaparsınız? Büyük bilim adamları sıklıkla bu hatayı yaparlar. Güçlü meşe ağaçlarının büyüdüğü küçük meşe palamutlarını dikmeye devam edemezler. Büyük olanı hemen çıkarmaya çalışırlar ve işler böyle yürümez. Bu, erken tanınınmanın sizi kısırlaştırıyor gibi gözükmesinin bir başka nedenidir. Aslında size uzun yıllardır en sevdiğim alıntıyı aktaracağım. Princeton’daki İleri Araştırma Enstitüsü, bence herhangi bir kurumun yaptığından daha fazla iyi bilim insanını mahvetti: buradakiler gelmeden önce yaptıklarıyla ve daha sonra yaptıklarıyla değerlendirildi. Sonrasında kötü değillerdi fakat oraya varmadan önce zaten mükemmeldiler, ardından ise sadece iyiydiler.

Bu, belki de düzensiz çalışma koşulları konusunu gündeme getiriyor. Çoğu insanın en iyi çalışma koşulları olduğunu düşündüğü şey, değildir. Çok açık bir şekilde değildirler çünkü insanlar genellikle çalışma koşulları kötü olduğunda en üretken haldelerdir. Cambridge Fizik Laboratuarlarının en iyi zamanlarından biri, pratik anlamda küçük bölmeleri olduğu zamandı – şimdiye kadarki en iyi fizik çalışmalarının bazılarını yaptılar.

Size kendi özel hayatımdan bir hikaye sunuyorum. Bell Laboratories’in bana bilgisayar programlama makinelerini programlamak için bir ordu programcı vermeyeceğini erkenden anladım. Yapmayacakları belliydi fakat bunu her yer bu şekilde yapıyordu. West Coast’a gidebilir ve uçak şirketlerinde sorunsuz bir iş bulabilirdim, ancak heyecan verici insanlar Bell Laboratuvarlarındaydı ve onlar oradaki uçak şirketlerindeki arkadaşlar değildi. Uzun bir süre “Gitmek istiyor muydum, istemiyor muydum?” diye düşündüm ve iki olası dünyadan en iyisini nasıl elde edeceğimi merak ettim. Sonunda kendi kendime dedim ki, “Hamming, makinelerin hemen hemen her şeyi yapabileceğini düşünüyorsun. Neden onlara program yazdırmıyorsun?” İlk başta bana bir kusur olarak görünen şey, beni çok erkenden otomatik şekilde programlamaya zorladı. Bir hata gibi görünen şey, genellikle bir bakış açısı değişikliğiyle, sahip olabileceğiniz en büyük varlıklardan biri haline gelir. Ancak, bir şeye ilk baktığınızda ve “Asla yeterince programcı bulamayacağım, o halde nasıl harika bir programlama yapabilirim?” dediğinizde, ilk olarak aklınıza gelen bu olmaz.

Grace Hopper’ın da benzer hikayeleri, aynı türden daha birçok hikaye de var. Sanırım dikkatli bakarsanız, büyük bilim adamlarının sorunu biraz tersine çevirerek bir kusuru bir varlığa dönüştürdüklerini göreceksiniz. Örneğin, birçok bilim insanı bir problemi yapamayacaklarını anlayınca sonunda neden olmasın diye araştırmaya başladılar. Sonra diğer tarafa çevirerek “İşte tabii ki bu” dediler ve önemli bir sonuç aldılar. Kısaca ideal çalışma koşulları çok garip. İstedikleriniz her zaman sizin için en iyisi olmayabilir.

Sen ve Araştırman – Richard Hamming – Cesaret (2)

Gördüğünüz üzere büyük bilim insanları da dahil olmak üzere birçok insanın sahip olduğu özelliklerden biri, genellikle gençken bağımsız düşüncelere sahip olmaları ve onları takip etme cesaretine sahip olmalarıdır. Örneğin Einstein, 12 ya da 14 yaşlarındayken kendine şu soruyu sordu: “Bir ışık dalgası, o’na bakmak için ışık hızıyla gitseydim nasıl görünürdü?” Elektromanyetik teori sabit bir yerel maksimuma sahip olamayacağınızı söylüyordu ama ışık hızıyla hareket ederse, yerel bir maksimum görecekti. Henüz o yaşlarda, her şeyin tam anlamıyla doğru olmadığı ve ışık hızının kendine özgü bir özelliği olduğu konusunda bir çelişki görebiliyordu. Sonunda özel göreliliği yaratması şans mı? Öncesinde parçaları düşünerek bazı şeyleri ortaya koymuştu. Bu gerekli fakat yeterli olmayan bir koşul. Bahsedeceğim bu öğelerin hepsi hem şans hem de şans değil.

Bir sürü “beyne” sahip olmaya ne dersiniz? Kulağa hoş geliyor. Bu odadaki çoğunuzun muhtemelen birinci sınıf iş yapmak için fazlasıyla yeterli beyni var. Ama büyük iş, sadece beyinden başka bir şeydir. Beyinler çeşitli şekillerde ölçülür. Matematikte, teorik fizikte, astrofizikte, tipik olarak beyin, sembolleri manipüle etme yeteneği ile büyük ölçüde ilişkilidir. Bu yüzden de tipik IQ testi onları oldukça yüksek şekilde puanlar. Öte yandan, diğer alanlarda bu farklı bir şeydir. Örneğin, bölgesel eritme yapan adam Bill Pfann bir gün ofisime geldi. Ne istediğiyle ilgili kafasında belli belirsiz bir fikir ve bazı denklemleri vardı. Bu adamın çok fazla matematik bilmediği ve çok iyi konuşamadığı benim için oldukça açıktı. Sorunu ilginç görünüyordu, ben de eve gittim ve biraz çalıştım. Sonunda o’na kendi cevaplarını hesaplayabilmesi için bilgisayarların nasıl çalıştırılacağını gösterdim. O’na hesaplama gücü verdim. Kendi departmanından ihmal edilebilir seviyede takdir edilerek ilerlemeye devam etti, ancak nihayetinde alandaki tüm ödülleri topladı. İyi bir başlangıç ​​yaptığında, utangaçlığı, beceriksizliği, anlaşılmazlığı kayboldu ve başka birçok yönden çok daha üretken hale geldi. Kesinlikle çok daha açık sözlü hale geldi.

Aynı şekilde başka bir kişiden bahsedebilirim. Seyirciler arasında olmadığına inanıyorum, Clogston adında bir adam. Onunla John Pierce’ın grubuyla bir problem üzerinde çalışırken tanıştım ve hakkında fazla bir şey düşünmedim. Okulda onunla birlikte olan arkadaşlarıma ‘Lisansüstü eğitiminde de böyle miydi’ diye sorduğumda ‘Evet’ dediler. Adamı kovabilirdim ama J. R. Pierce akıllıydı ve devam etmesini sağladı. Clogston sonunda Clogston kablosunu yaptı. Ondan sonra sürekli iyi fikirler ortaya çıkardı. Bir başarı o’na güven ve cesaret getirdi.

Başarılı bilim adamlarının özelliklerinden biri de cesaret sahibi olmaktır. Cesaretinizi toplayıp önemli sorunları çözebileceğinize inandığınızda, başarabilirsiniz. Yapamayacağınızı düşünüyorsanız, neredeyse kesinlikle yapmayacaksınızdır. Cesaret, Shannon’ın sahip olduğu en üstün şeylerden biridir. Sadece o’nun ana teoremini düşünmelisin. Bir kodlama yöntemi oluşturmak istiyor fakat ne yapacağını bilemediği için rastgele bir kod yapıyor. Sonra sıkışıp kaldı. Ardından imkansız soruyu sorar, “Ortalamayı temsil eden rastgele bir kod ne yapardı?” Ardından ortalama kodun yeterince iyi olduğunu ve bundan dolayı en az bir tane iyi kodun var olması gerektiğini kanıtlar. Sonsuz cesarete sahip bir adamdan başka kim bunları düşünmeye cesaret edebilirdi? Büyük bilim adamlarının özelliği budur; cesaretleri var. İnanılmaz koşullar altında ilerleyecekler; düşünüyorlar ve düşünmeye devam ediyorlar.

Sen ve Araştırman – Richard Hamming – Şans (1)

Richard Hamming’in “You and Your Research” başlıklı konuşmasına ait metnin çevirisinin ilk kısmıdır.

Burada olmak bir zevk. Benimle ilgili tanıtımın hakkını verebileceğimden şüpheliyim. Konuşmamın başlığı, “Sen ve Araştırman”. Bu araştırmayı yönetmekle ilgili değil, araştırmanızı bireysel olarak nasıl yaptığınızla ilgili. Başka bir konuda konuşma yapabilirim fakat yapmayacağım, bu sizinle ilgili. Sıradan araştırmalardan bahsetmiyorum; harika bir araştırmadan bahsediyorum. Büyük araştırmaları tarif etmek adına ara sıra Nobel Ödülü tarzı bir çalışma diyeceğim. Nobel Ödülü almak zorunda değil, ama kast ettiklerim, algıladığımız bu tür şeyler önemli şeyler. Görelilik, Shannon’ın bilgi teorisi, herhangi bir konudaki olağanüstü teoriler – bahsettiğim bunlar.

İlk olarak, ben bu çalışmaları nasıl yaptım? Los Alamos’ta, bilim adamları ve fizikçiler işlerine geri dönebilsinler diye, diğer insanların kullandığı bilgisayar makinelerini çalıştırmam için getirildim. Bir uşak olduğumu gördüm. Fiziksel olarak aynı olsam da benden farklı olduklarını gördüm. Ve açıkça söylemek gerekirse, kıskandım. Benden neden bu kadar farklı olduklarını bilmek istiyordum. Feynman’ı yakından gördüm. Fermi ve Teller’ı gördüm. Oppenheimer’ı gördüm. Hans Bethe’yi gördüm; o benim patronumdu. Oldukça yetenekli birkaç insan gördüm. Yapanlar ve yapmış olabilecekler arasındaki farkla çok ilgilenmeye başladım.

Bell Laboratuvarlarına geldiğimde çok üretken bir bölüme girdim. Bode o sırada bölüm başkanıydı; Shannon oradaydı ve başka insanlar da vardı. “Neden?” ve “Fark nedir?” sorularını incelemeye devam ettim, ardından biyografileri, otobiyografileri okuyarak, insanlara “Bunu nasıl yaptın?” gibi sorular sorarak devam ettim. Farklılıkların neler olduğunu bulmaya çalıştım ve bu konuşma bununla ilgili.

Şimdi, bu konuşma neden önemli? Bunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü bildiğim kadarıyla her birinizin yaşamak için bir hayatı var. Reenkarnasyona inansanız bile, bir yaşamdan diğerine geçerken hiçbir yararı olmaz! Önemi nasıl olarak tanımlıyor olursanız olun, neden bu hayatta önemli şeyler yapmayasınız? Bunu tanımlamayacağım – ne demek istediğimi biliyorsunuz. Ağırlıklı olarak bilim hakkında konuşacağım çünkü yaptığım şey bu. Ne var ki bildiğim ve ve başkaları tarafından bana söylenenler kadarıyla söylediklerimin çoğu birçok alan için geçerli. Üstün eserler çoğu alanda hemen hemen aynı şekilde karakterize edilir ancak kendimi bilimle sınırlayacağım.

Size tek tek ulaşabilmek için birinci tekil şahıs olarak konuşmalıyım. Seni alçakgönüllülüğü bırakmaya ve kendine “Evet, birinci sınıf bir iş yapmak isterim” demeye ikna etmeliyim. Toplumumuz gerçekten iyi iş yapmak için yola çıkan insanlara kaşlarını çattı. “Bunu yapmamalısın, şanslı olman gerekiyor ve harika şeyleri tesadüfen yapıyorsun”. Bu söylemesi biraz aptalca bir şey. Neden önemli bir şey yapmaya başlamıyorsun? Başkalarına söylemek zorunda değilsin ama kendine “Evet, önemli bir şey yapmak istiyorum” demelisin.

İkinci aşamaya geçmek için, tevazudan vazgeçmeli ve gördüklerimi, yaptıklarımı ve duyduklarımı birinci tekil şahıs şeklinde aktarmalıyım. Bazılarını tanıdığınız insanlar hakkında konuşacağım ve buradan ayrıldığımızda, söylediklerimden bazılarını benim söylediğimi iddia etmeyeceğinize inanıyorum.

Mantıksal olarak değil, psikolojik olarak başlayayım. Bence en büyük anlaşmazlık insanların büyük bilimsel işlerin şans eseri yapıldığını düşünmeleridir. Tamamen şans işi. Eh, Einstein’ı düşünün. İyi olan kaç farklı şey yaptığına dikkat edin. Hepsi şans mıydı? Biraz fazla tekrar olmadı mı? Shannon’ı düşünün. Sadece bilgi teorisi ile ilgili çalışmadı. Birkaç yıl önce, bazı başka iyi şeyler yaptı ve bazıları hala kriptografinin güvenliğinin temelini oluşturuyor. Birçok iyi şey yaptı.

Bunun iyi bir insandan gelen birden fazla şey olduğunu tekrar tekrar görüyorsunuz. Arada bir insan tüm hayatı boyunca tek bir şey yapar ve bunu daha sonra konuşacağız ama çoğu zaman tekrarlar olur. Şansın her şeyi kapsamayacağını iddia ediyorum. Pasteur’den bir alıntı yapacağım: “Şans hazır olan zihinlerden yanadır.”. Sanırım bu, benim inandığım şekilde söylüyor. Gerçekten de şans unsuru var ve yok. Hazırlanan zihin er ya da geç önemli bir şey bulur ve yapar. Yani evet, şans vardır. Yaptığınız özel şey şanstır, ancak bir şey yapmanız şans değildir.

Örneğin Bell Labs’a geldiğimde Shannon’la bir süre aynı ofisi paylaştım. Aynı zamanda bilgi teorisi üzerine çalışıyordu, ben de kodlama teorisi yapıyordum. İkimizin aynı yerde ve aynı zamanda aynı şeyi yapması şüphe uyandırıcıydı. “Evet, şanstı” diyebilirsiniz. Öte yandan, “Peki ama o zaman neden Bell Laboratuvarlarındaki onca insan arasında bunu yapan ikisiydi?” diyebilirsiniz. Evet, kısmen öyle. Şans, kısmen de hazırlıklı zihindir fakat aynı zamanda hakkında ‘kısmen’ konuşacağım diğer şeydir. Bu yüzden, şans konusuna birkaç kez daha gelecek olsam da bu şans meselesini, iyi iş yapıp yapmadığınızın tek kriteri olmadığı için aradan çıkarmak istiyorum. Üzerinde bir miktar kontrole sahip olduğunuzu iddia ediyorum, ancak tam olarak değil. Son olarak bu konuda Newton’dan alıntı yapacağım. Newton, “Başkaları benim kadar düşünselerdi, benzer sonuçlar alırlardı” demiştir.

Dağınık Akademisyenler için Yol Bulma Önerileri veya Obsidian + Zotero ikilisi

Eğer benim gibi aldığınız notların, çalışmaların biri tavanda biri yerde ise, nereye ne yazdığınızı unutmakla kalmayıp daha sonra yazdıklarını okuyamıyor veya mevzuyu hatırlamıyorsanız disiplinli çalışmanın ne kadar önemli ve bazıları için bir o kadar da imkansız olduğunu fark etmişsinizdir.

Şimdiye kadar EndNote, Mendeley, Bookends vs. denemediğim referans düzenleme uygulaması, Google Keep, Notability, Goodnotes, Evernote, bildiğimiz kitap defter, post-it vs. not alma aracı da kalmadı ve o disipline erişemedim. Artık erişemeyeceğimi kabul etmekle birlikte daha verimli çalışma yolları aramaktan da vazgeçemedim. Aklıma sürekli bir şeyler gelip unutuyorum çünkü.

Bu noktada temel uygulamalar iyi olsa da amacıma göre kullanacağım bir şeyler lazımdı. Evernote bu anlamda iyi olabilir, her şeyi biraz yapıyor ama artık ücreti çok yüksek, yazılım kısmı eskisi kadar iyi değil derken vazgeçtim. Biraz daha görsele vakit ayırabilecekler için Notion çok iyi bir seçenek ve yazılım anlamında destek gitgide artıyor fakat ciddi bir öğrenme eğrisi var.

Bu noktada geçen gün Obsidian’a denk geldim ve ilk görüşte bayıldım. Markdown sayesinde basit ötesi ama inanılmaz derecede özelleştirilebilir, çok faydalı pluginler de gitgide artıyor. Hem masaüstü hem de mobil tüm işletim sistemleri için uygulaması mevcut ve temel anlamda ücretsiz.

oyun olan değil

Peki bu Obsidian ne işe yarıyor? Temeli Zettelkassen (ja voll!) adı verilen, tüm notların tutulma yöntemine ve arşivlenmesine değişik bir bakış sunan yöntem. Gitgide de popülerleşiyor. Aklınıza gelen notları bağlantı kurarak (ya da kurmayarak) veya belirli bir hiyerarşi içerisinde (veya bu olmadan) yazıyorsunuz. Daha sonra geriye dönük birbirlerine atıflar yaparak aslında nihai bağlantılara ulaşıyorsunuz. Bir nevi dizin kartı.

Obsidian bu noktada devreye giriyor. Bu noktada ben adım adım nasıl çalıştığına değinmeyeceğim (belki ileride) ama Markdown kullanarak tuttuğunuz notları kendinize uygun şekilde düzenleyip tutabiliyorsunuz. Başlangıç için şuradaki yöntem denenebilir. Her makale için “bir not” oluşturup başlangıçta ilk olarak kaynakçaya bağlantı oluşturup (markdown’da bu [[not adı]] olarak yapılıyor) altında oradaki şeylerle ilgili notları alıyorsunuz.

Obsidian başta bomboş bir sayfa iken ilginç yerlere ulaşabiliyor

Üstteki yöntem güzel ama bunu otomatikleştirmeyi düşünecek birileri olmalıydı, ve varmış. Burada Zotero devreye giriyor. Kendisi bir referans düzenleme uygulaması. Belki üniversiteniz Endnote almıştır, belki bir zamanlar ücretsiz olan ama Elsevier’e satılınca çizgisini bozan Mendeley kullanıyorsunuzdur bilemem ama Zotero son zamanlarda iyi gidiyor. Temel işlevleri iyi olduğu gibi plugin desteği de mevcut. İnternetten (hatta schub’dan bile) makaleleri otomatik çekebilirsiniz.

Zotero böyle bir şey…

Bu yazıda neyi nasıl kullanacağınıza değinmeyeceğim gibi deneyerek en verimli yöntemi bulmak için çok uygun bir app. Sadece Zotero’dan referansları alıp Obsidian’a nasıl aktarılacağı kısmını yazacağım. Safari kullandığım için Zotero 6’nın betası ile işlem yapıyorum, 5 kullananlar için en alta not düşeceğim.

Eğer Zotero 5 kullanıyorsanız markdown dilinde notları export etmek için BetterBiBTeX’e ve MDNotes‘ a ihtiyaç olacak. Zotero’ya üçüncü taraf pluginleri eklemek için dosyayı indirdikten sonra “Araçlar–> Eklentiler” ekranında sağ üstten dosyadan yükle seçeneği ile kurulum yapıyoruz. Basit bir işlem. BetterBiBTeX referansları daha derli toplu hale getiriyor ama Zotero 6 için MDNotes’a pek ihtiyaç yok, zaten MDNotes yeni versiyon ile çalışmıyor.

Zotero 6 beta yüklü ise başka bir eklentiye ihtiyaç duymadan PDF’leri açıp üzerine not alabiliyoruz. Örnek olarak BTC whiterpaperı açtım ve üstten ikinci ikon ile bir not aldım. Obsidian olmadan bile bu işi baya düzenli yapmanızı sağlayabilir. Daha sonra sağdaki menüden eser notları kısmında +’ya basıp notları ekle diyorum.

Kütüphaneye döndüğümde şöyle bir şey çıkıyor ve sağ tıklayıp Markdown olarak notu dışarı aktarıyorum (kaydırmacalı) fakat bu sadece notları aktarmak için.

Şimdi benim bu PDF üzerinde bu noktaya aldığım not dışarı aktarıldı, bunu Obsidian’a aktarmam lazım.

Obsidian için citation-manager plugini var, ayarlara gelip topluluk pluginlerini aç diyorum ve arama kısmından bulup yüklüyorum. Ben başka şeyler de yükledim, onlar da iyi. Zotero’nun çıkarttığı dosyayı (hangi klasörü tercih ettiyseniz) hemen altta ayarlardan belirtiyorsunuz.

Hadi hepsini dışarıya aktaralım.

Dışarı aktardığınız dosyayı (.bib formatında) az önce Obsidian’da görülen ikinci kutucuğa ekliyoruz ve içeri yüklendiğini söylüyor, referansı görüntülemek için Ctrl+Shift+O diyoruz ve ta-da! İçe aktardıktan sonra Markdown ile neyi nasıl yapacağınıza dair bilgiye buradan erişebilirsiniz.

Bir faydalı yazı ve birkaç link;

Obsidian and Zotero